20 Aralık 2012 Perşembe

Ve en güzeli ...


Bazı insanlar bizi iyileştirir. Bazen, bazı mekanlar da bunu yapar. Mekanların üzerimizde tahmin ettiğimizden çok daha güçlü bir etkisi vardır. Eviniz, odanız, koltuğunuz, sizi etkiler. Ve elbette yaşadığınız şehir. Beraber şekilleniriz, birlikte yaşar, yaşlanırız.


“Seul gece çok güzel, ışıl ışıl. Gündüzleri genellikle gri oluyor. Ama çok güzel yine de, sürekli takıldığım kafeler var, arkadaşlarla gidiyoruz, kahvemi alıyorum ve sohbet muhabbet. Arada ödevlerimi bile yapıyorum. İnsanlarla güzel oluyor gündüzler de…”

Geçtiğimiz yıl ışığı sönmüş bir dost evimdeydi. Hangi yöne gideceğini bilmeyen, adım atmaya bile neredeyse isteği kalmamış biri. Ne kadar sarsmak istesem de dışarıdan, insan ancak kendi kendini sarsabiliyordu. Ne yapıyorsak, kendi içimizden başlıyordu bu güç, sonrasında eyleme dökülüyordu. İstenildiği kadar cümle duyulsun, bir anlamı olmuyordu, insan ne yaparsa kendi yapıyordu.

Nitekim, bir ses kendisini mekan değiştirmeye yöneltti. Kaşların kaygılı duruşu, tek başına uzaklara gidince doğal yumuşaklığına kavuştu, yüzündeki asık ifade değişti, gözündeki ışıksız bakışlar yeniden parlamaya başladı. Bıraktı her şeyi arkasında, zor da olsa, kendi istediği yola girdi.

Tam 14 ay sonra, tekrar karşımdaydı. Bedenindeki, ruhundaki bütün yükleri atmıştı üzerinden. Gözleri ışıl ışıl, hayatına yepyeni bir dil katmıştı. Çok zor da olsa, içinden geldiği için, sevdiği için, ayıla bayıla yepyeni bir dil öğrenmişti. Hayatına da açtığı beyaz sayfada, yeni diliyle, yeni bir insan olarak hikayelerini yazmaya başlamıştı. Vay be!

Yaşadığı tüm zorluklara “şükreden”, maddiyatın aslında bir şeyi yapmak için engel olmadığını bizzat deneyimlemenin gururunu yaşıyordu. Günde bir iki iş birden yaparak, okulu da ihmal etmeden, artık hayatını idame ettirebilmenin sevinci paha biçilemezdi.

Çoğunlukla, kendimiz önümüze engeller koyuyoruz. Başkası koyduysa eğer önümüze engel, işimize gelmediği için bizzat o engeli önümüzden kaldırmayan yine biziz. Kabul ediyorum, hepimiz önümüz bomboşmuş gibi koşup gidemeyiz. Herkes de herşeyi yapmasın zaten. Ama şu anda karşımdaki dostumda görüyorum ki, sadece kendine ve hayata güveniyor. Dünya tahmin ettiğimiz kadar büyük değil, şu anda bir kıtadan, birkaç uzak kıtaya bile gidip yaşamak istiyor. “Şansımı deneyeceğim, bunu yaptıysam, onu da yaparım” diyor. İnanmak kendine, inanmak hayatına ve gereken çabayı harcamak, bunun arkasında durmak bence her şeyi mümkün kılabiliyor.

Ailesini, ülkesini, buradaki dostlarını geride bırakmak konusunu da öylesine halletmiş ki. “Kimseye bağımlı değiliz, özgür olmak istiyorum. Nasıl olsa bir gün ayrılacağız hepimiz. Özlemek güzel, ama bu beni alı koymuyor. Mutluyum böyle.”

“ Ve en güzeli ne biliyor musun?”

Bu cümleyi o kadar çok kurdu ki! Dün onu dinlerken farkettim, ben böyle bir cümle neredeyse hiç kurmuyorum. “Ve en güzeli şu…”  İmrenilecek güzellikte bir cümle…

“Ve en güzeli: Bir sürü arkadaşlar edindim. Bir sürü tatlı insanlarla tanıştım.  Japon, Çin, Rus, Afrikalı ve elbette Koreli…  İnsanlar her yerde insan ve tahmin ettiğimizi sandığımız, saçma sapan önyargılarımızın hepsi bomboş. İnsanlar sıcak, insanlar sevgi dolu, insanlar dost canlısı ve canayakın. Harika insanlarla tanıştım, en güzeli bu!“

Benim içinse, en güzeli dün çok özlediğim dostuma sarılmaktı. Yolun açık olsun, anlattıkların da bana ışık.

PS: Kar güzelsin. 

5 Aralık 2012 Çarşamba

Şüphesiz


Masmavi bir gökyüzü var karşımda. Kuşlar uçuyor, martılar beyaz bir uçak gibi süzülüyorlar bulutlara doğru. Bir adım ötede gerçek uçaklar var, tayyare diyesim geliyor, anneannemin kulaklarını çınlatarak. Gidiyor herkes bir yere doğru, martılar dans ediyor gibi, bir dertleri yok gibi, varış noktası aramıyorlar, balık nerede onlar orada ya da kim bilir…


Heybetli bir çınar ağacı da var kadrajımda. Gurur duyuyor belli kendi güzelliğinden, şüphe etmiyor dünden, bugünden, yarından, yaşıyor her mevsimi, kuşları ağırlıyor dallarında, bana mısın demiyor, gelen oturuyor, belki bir iki dallarına ağırlık yapıyor ama yok, ağaç çok güçlü ve de huzurlu. En önemlisi şüphesiz…

Şüphesiz, şüphe duyabiliriz her şeyden. Ay yok o öyle mi, değil mi… Ekle, ekle, çıkar, böl, tekrar binle çarp şüpheni. Çılgın bir çark gibi, baş döndürücü, bir yerden sonra mide bile bulandırıcı. Geçenlerde çok sevdiğim bir arkadaşımın doğum gününe katıldım. En yakın arkadaşlarımdan biri olacağını düşünüyorum, henüz kendisine fikrini sormadım, ama son bir yıldır harika anlaşıyoruz onunla. Geçtiğimiz gün de zaten 1 yaşına bastı. Evet. Gözleri pırıl pırıl bir çocuk benim arkadaşım ve onu ilk kucağıma aldığımdan beri bana verdiği enerjiyi hiç kimse veremedi. İki ışık var gözlerinde, minicik burnunda ve her yere yayılıyor. “Sen benim arkadaşımsın diyorum kalbimden”,  çok umursamıyor dediklerimi, gülümsüyor ve başka bir yöne geçiyor.

Ağaç, kuş derken, çocuğa gelesim geldi. Bir farkı yok. Öylesine güzel, öylesine özgür, öylesine şüphesiz yaşıyor ki. O anda ne varsa karşısında ilgisini çeken orada. Elbette “şans” denen bir faktör de konu olabilir. Şanslı bir çocuk çünkü arkadaşım. Annesi, babası onu çok seviyor. Baba, bütün salonu balonlarla doldurmuş doğum günü için: “Hep hayalimdi, çocukken her yer balon olsun ve ben de koşup koşup üzerine atlayayım”, diyor. Sonra arkadaşım, babasının sevgiyle ve geçmişinde çok istediği dileğini kızının gerçekleştirecek olmasının heyecanıyla doldurmuş olduğu balonların içinde minik civciler gibi oynuyor. Onu izleyen herkes aynı şeyi hissediyor! Hepimiz atlamak istiyoruz balonların içine, içimizdeki çocukla. Çaktırmadan eller balonlara değiyor, atmak istiyoruz balonları. “İnsanın oynayası geldi” diyor biri. “İçinizdeki çocuk o isteyen” diye haykırmak istiyorum ama susmayı tercih ediyorum. Yüzlerimizde kocaman bir gülümseme, arkadaşımın mutluluğu dalga dalga yayılıyor etrafa. Baba, o apayrı. Hayali, bir başka aşkla bütünleşip vuku buluyor karşısında. Şüphe, kimsenin kalbinde o anda yok. Gözlerimiz, kalbimiz bir olmuş.

Hepsi balonlar ve dünyalar tatlısı olan bir çocuk yüzünden. Ve şüphem yok, her çocuk bir dünya, her çocuk dünya tatlısı. Ve bir süphem daha yok, hepimiz çocuğuz, halen, en içte! Onu sevmek, ona balonlar şişirmek ve üzerine atlamasına izin vermeye ihtiyacımız var. Aman, içinizdeki çocuk sevgisiz kalmasın, sessiz bırakmayın onu, sevin, konuşun. Sonra gözler ışıldar, bırakın ışıldasın.

Ve aklıma bu cümle düşüyor, belki başkasına da ait olabilir, ama o an ben döküyorum kağıda: “Mutlu anılar, bir çocuğa verilebilecek en güzel hediye.” Şüphesi olan?

: