18 Ocak 2012 Çarşamba

İz

"Anladım ki sadece izi an'da bırakabilirsin, tek izim anda akan nefesim. Gerisi yok. Yarın yok. Dün yok. Şu an var.

Yaşamayı bu şekilde yürütmeye çalışıyorum, hırslarımdan arınıp, iyi bir kalple, beni üzen şeylerden uzak, tembelliğe kaçmadan, kendimi yormadan, dengede.

Oluyor mu? Her an değil. Ama son zamanlarda daha sık.


Ölüp gidince, belki bir daha geleceğim, ama hatırlamayacağım. Nedense daha önce birçok kez gelmiş gitmiş kadar yorgun, dolu hissediyorum ruhumu."



Bir mektuptan alıntı yukardakiler. Uzaktaki özlenen dosta yollanmış kelimeler. Bu aralar iz konusu çok aklımdan geçiyor.

İz bırakmak istiyoruz değil mi? Kendi izimizi, imzamızı, büyük altın harflerle olmasa da, falan falancanın bildiği, takdir ettiği, konu komşu olmasa bile, ananın babanın "aferin" dediği, blog yazmak bile bir iz bırakma isteği değil mi? Çocuklar? Akademik çalışmalar, iş yerinde pozisyon atlamalar. Bundan bir yüzyıl sonra tek bir zerremiz bile kalmayacak.

Her şey eşleşti kafalarda; daha iyi okullarda okumak, daha iyi yerlerde çalışmak, daha çok para kazanmak, mevki sahibi olmak, daha güzel, çekici, ince, alımlı, daha zeki, daha sosyal, daha daha muhteşem, mükemmel ve bir sürü dahalar daha. Daha neler?

Etrafımda o kadar çok burnu yukarlarda, garip garip noktalara sığınıp karanlık gölgelerini kendi sanan insanlar görüyorum ki. Mevki yüzünden, sadece parası yüzünden burunlar havada. Dilerim hep burunları orada kalır ve havayı koklarlar. Elbette bunun değerli olduğunu öğretenler var. Şov zamanı, gösteri zamanı, sadece gösteri. Var olmayını gösterme, unutma, özünü unutma halleri. Herkesin en özü iyi, ama etrafına dolayınca bu halleri, ben burun görüyorum, kalbi yansıtan sıcak gözler göremiyorum.

Nasıl gelindi buralara? Dürüstlüğümüzü ne zaman kaybettik? Kendimize, çevremize? Ne zamandır yalan söyler olduk? Ve tüm bunları yaparken etrafımızı ne kadar kırdığımızı unuttuk? Şiddeti sadece etrafa değil, en çok kendimize gösteriyoruz. Zorluyoruz kendimizi o mümkün olmayan mükemmeler ulaşmak için. Kötü davranıyoruz resmen, başarısızlığı kabul edemiyoruz. İsim yapmak, başarılı olmak, iz bırakmak anlamına geliyor. Yanılgı orada başlayıp, son buluyor.

Ama öyle. Öyle gelindi buralara. "Anne baba saçımı okşa, aferim çocuğuma de" devam ediyor. İçimizde ufacık bir biz var, aslında zaten daha daha daha olan. Mükemmel, güzel olan, çabasız, kendiliğinden, ilk andan beri, son ana kadar, olduğu gibi. Onun kimse tarafından takdire ihtiyacı yok. Ara sıra onu hatırlasak olmaz mı diye düşünmeden edemiyorum.


Asıl iz o. O izi yakalamak. Ben nefesimde o izin aktığını hissediyorum. Sanki yaradanın parmak izi gibi, özüm gibi, ufacık, ne boyu 1 metre, ne de kilosu 50, eğitimi yok, saç rengi belirsiz, gözleri pırıl pırıl bir iz.

Olumsuz yandan değil niyetim ele almak, göçüp gideceğiz derken karamsar bir hale bürünür genelde hava. Ben iz bırakma niyetini şimdilik sadece bloga bırakmak istiyorum. Hırslara, hedeflere, ona buna kendimi göstermelere, isim yapmalara değil. Gerçek değil tüm bunlar, bunu biliyorum ya, arada tekrar uyuyup, tekrar uyanıyorum, ama bir kere bildi mi, tüm bu hallerin geçiciliğini ve asıl değerin insanın özünde olduğunu, unutamıyorum.

2 yorum:

  1. Ececiğim,
    Sabah sabah yüzüme çartptı resmen yazdıkların. Kendime getirdi beni.Yüreğine sağlık.Sevgilerimle Gözde

    YanıtlaSil
  2. Yumuşak bir çarpma olmuştur umarım Gözdecim, güzel bir gün dilerim, sevgiler.

    YanıtlaSil