24 Mayıs 2011 Salı

Orada bir yer var uzakta

Gitmeden hissetmişim. Zaman farklı akacaktı. Her gittiğin yerden öğrenecek bir şey vardı. Benim bir türlü içimde çözemediğimi Barcelona bana bir kez daha hatırlattı. Acele etmeye gerek yoktu, zaman zaten şehrin güzelliğiyle yumuşacık bir ritme boyanıyordu. Kalabalıkların içinde yalnız kalmayı, şarkıların, konuşmaların içinde sessiz kalıp kendimi dinlemeyi başardım . O kadar güzeldi ki içimdeki sesler, hep benimle olan ancak yeni yeni çözmeye başladığım bir dil gibi. İçime biraz daha renk kattım geldim Barcelona’dan, canlı tonlarını ruhumun üst çekmecelerine yerleştirdim, gerekince çıkartıp giyeceğim, pastel tonlar ise üzerimde. Onları asla değiştirmeyeceğim…

El Raval'daki arkadaşım kedi.

İnsanlar rengarenk, ateşli, güzel ve hayat dolu Barcelona'da. Uçak bile acele etmeyi sevmiyordu kalkarken, inerken ve dönerken bile 15 dakika gecikme oldu. Varsın olsun, nereye yetişiyoruz ki? Kovalayan yokki arkamızdan. Önümüzde 3 gün vardı, ancak çalışkan Ece önceden programını yapmaya çalıştı. Tur rehberi vs. asla istemeyen, yolda yürürken adımlarını en önde atan ben, sonradan arkalarda kalmayı istedim. Daha çok tadını çıkarmak için her şeyin.

La Pedrara'dan gökyüzü.

Akşam inen uçak, günümüzü öldürmeye cürret bile edemezdi. La Rambla'nın ışıklı kalabalığı bizi bekliyordu. İlk yenen yemek ve son gün yemek aynı olmalıydı: Paella. Gözleri ve kabukları yerken ellerime sarılan karidesler, mis gibi zeytinyağı ve sarımsak eşliğinde lokum kıvamındaydı. Yalnız kalmak Barcelona'da biraz zor. Mutlaka önüne birileri gelip iki dans ediyor, senin için harika bir şarkı söylüyor. Gül almak istersen uzaklara gitmene gerek yok, zaten masanın etrafında iki dakikada bir gülcüler damlıyor, yalnız bırakmıyorlar seni. Ama rahatsız edici bir durum değil, aksine keyifli, sıcacık bir teklif dışardan kalbine doğru sunulan.


Parc de la Ciutadella.


İçilen Cava, şarap, Sangria ve biraların ise haddi hesabı yoktu. Tüm içtiklerim yumuşacıktı ve sıcak günlerin ardından ancak içimi serinletebildi. Akşamın ardından Sagra da Familia'yı görerek başladık sabah turumuza. Çok erken çıktığımızı sansak da yola, kuyruklar turistlerle dolmaya başlamıştı. La Pedrara'ya geçtik ardından. Gaudi yememiş içmemiş, tüm hayattaki zevkini mimari eserleriyle yaşamıştı anlaşılan. Ardından Arc Triomf’a doğru gittik ve yine bir Gaudi şaheseri Parc de la Ciutadella ile buluştuk. Yemyeşil park, akan çeşme insanı kısa bir süreliğine değişik bir masalın içinde hissettiriyor. Parkın içinde yer alan yapay gölde yarım saatliğine bir sandal sefası yaptık. Sevgili eşim parkta uçuşan sineklere ve tepemizdeki güneşe aldırmadan çekti kürekleri, ben de bol bol fotoğraf çektim.


Parc Güell'de Gaudi'nin renkli izleri her yerde.


Meydanlarda yürürken kendimi her zaman çok özgür hissetmişimdir. Kadıköy’de vapurlara doğru yürürken de, Taksim Meydanı’nında da. Hep daha özgür. Barcelona’da özellikle ufak meydanlar tam bana göreydi. Bana kalsa tüm günümü ufacık bir meydanda yere çömelip oturarak geçirebilirdim. İkinci akşam yemeğimizi Bara Gotic’te yer alan ufacık bir meydanda yedik. Tapas yiyerek karın doymaz dendi, iştah açar dediler. Ben birkaç tabak tapasla karnımı doyurmayı tercih ettim. La Catalana’da mozarellalı ekmekler, sarımsaklı zeytinyağlı kalamarlar ve bol Sangria. Garsonların, hatta neredeyse uçaktaki hosteslerin bile İngilizce bir iki cümleyi pek sevmemeleri bazen insanı zorlasa da, olsun anlaşıyor insan.

İkinci gün Parc Güell ve Tibidabo’ya gittik. Gaudi'nin 1910 ve 1914 yılları arasında yaptığı park, insanın içini huzurla dolduruyor, rengarenk mozaik taşlı mimari yapılar ise kendini bir masal diyarında hissetmesini sağlıyor. Tibidabo, Barcelona’nın en yüksek tepesi, kuş bakışı şehri seyretmenin en güzel adresi. Mavi Tramway ve fünikülerle Tibidabo’ya çıkınca güzel bir kilise ve lunapark karşılıyor sizi. Geçen seneki Disneyland maceramdan sonra kalbimi hızla çarptıran aletlere binmeme kararı aldım. Seho ve Zero ise çocuklar gibi Tibidabo’nun üzerindeki uçağa bindiler. Ben nachos yiyerek onları bekledim ve defterimle baş başa kaldım. Temple del Sagrat Cor kilisesi büyüleyici bir güzelliğe sahipti. Sagra de Familia nedense beni fazla etkilemedi. Belki üzerindeki vinçler göz zevkimi bozmasından, belki de aşırı beklentiyle gitmekten ötürü. Mimari açıdan son derece ilginç, elbette, ama Temple del Sagrat Cor tüm şehri koruyan kocaman bir melek gibiydi. İnsana huzur veren, omuzlarına iki adet koruyucu melek konduran bir yer. Halen melekler yanımda… Kilisenin tepesine çıktığınızda tüm şehri ayaklarının altında görmenin dışında, sırtınızda yer alan devasa orman tüm omurganızı yemyeşil bir enerjiyle kaplıyor. Ben öyle hissettim.

Çok sevdim burayı: 1783'te yapılan Temple del Sagrat Cor.

Ardından şehir merkezine doğru indik ve kendimizi El Raval bölgesine doğru bıraktık. Daha çok göçmenlerin yer aldığı bu bölgede, turistik koku yok, gerçek bir yaşam, sanat ve dünya kokusu yer alıyor. Bir daha gidersem kesinlikle kendime El Raval’dan bir pansiyon ayarlamayı planlıyorum. Tam ruhuma göre bir yer. Burada yemekler daha ucuz, harika ufak bir tapas restoranına girdik ve karnımızı iyice doyurduk. Gitmek isteyenler için: O’Toxo Hermanes, Carmen 59.

Bugünün sonunda kalabalık bir meydan olan Plaça Reial’da kırmızı şarap içtik ve ikinci günümüze noktayı koyduk. Fotoğraf makinamı burada bırakarak kalktık. Odaya geldiğinde düşürdüğümüzü, çaldırdığımızı sandık. Kaybetmeyi asla kabullenemeyen insanoğlu, mala geleceğine cana gelsin diyerek kendini avutmaya çalışsa da, içinde yer alan özene bözene çekilen fotoğraflar olunca üzülüyor da üzülüyor. Barcelona bizi o kadar çok sevdi ki, ertesi gün yolumuzu buraya tekrar düşünce makineyi az umutla sorduk ve bulduk. Üçüncü günümüzü bir sonraki yazıya saklamadan önce Barcelona’daki insanlara özenerek bu cümleyle yazımı tamamlıyorum: *“Orada insanlar az çalışır, güzel dinlenir, gerektiği kadarıyla yetinmeyi bilirdi.” Bende bu izi bıraktılar.

*Şaririn Romanı, Murathan Mungan, s. 82.



3 yorum:

  1. "Bu seyahate Ece'yle çıkıyor olmanın da ayrı bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Onunla olan arkadaşlığım en başından beri kocaman bir ışık benim için; parıltısı hiç azalmayan, enerjisi ve gücü hep yüksek. Bir eşikse şu an atladığım, onun enerjisinin de bana çok yardımcı olduğuna inanıyorum." Böyle yazmışım defterime. Barcelona zaten muhteşemdi ama yanımda güçlü patileriyle yürüyen arkadaşım ve onun çok sevdiğim sevgilisi olunca daha da muhteşemdi. Çok samimi beyanımdır!

    YanıtlaSil
  2. kalpler bir olunca, ayaklar da daha keyifli ilerliyor yollarda:) patiler birlikte güçleniyor canım. yarın için sana bol şans...

    YanıtlaSil
  3. Gerçekten harika, imrendim dogrusu. Bir daha gideceğim Barcelona'ya ama yanımda senin gibi bir rehber olursa daha da şehrin tadını çıkarırız:)

    YanıtlaSil