27 Mayıs 2012 Pazar

Pencere



Önüme çıkan pencereden bakıyorum. Tanımadığım bir kadının atölyesi. Belli ki ünlü biri. Başarılı. Güzel bir kadın. Yaratıcı. Dişi. Kendine ait bir odası, hatta bir adım ötesi… atölyesi var. Yarısında kendi yaratıyor, diğer yarısında yarattıklarını paylaşıyor. Büyük gözler, sanki benimkisi…

Adımlarımı atıyorum bilmediğim bir odada. Bir yanım, ayaklarım hep adımlarını atmış o topraklarda. Öyle değil veya unutmuşum, öyle geliyor yürürken odanın bilmediğim köşelerine doğru. Bir pencere çıkıyor karşıma. Pencere… Sen nasıl bir şeysin ki?

Kapılar büyük önemler, anlamlar taşır. Pencere de öyle, belki kapı kadar büyük değil içerdikleri, bazılarına büyük değişimler gerekir, bazıları küçükleriyle yetinir. Az çokturu savunanlar vardır, ben de yürüdüm pencerenin önüne. Daha önce de gelmiş miydim bu pencerenin önüne?


Gözlerim bir rüyanın içerisinde, ruhum hafif bir turuncuya bürünmüş, içses derin ve yumuşak bir sessizlikte, sadece kalp atışlarımı dinliyorum, duyuyorum turuncuyu; kayısının, portakalın, mandalinanın tatlı kokusunu ve duruyorum.

Gözlerim gözlemliyor, seyirci kalıyorum bir süre. Bir an, yakalanmış bir an. Cebe atılmış, hafızaya kazınmış, kadri kıymeti bilinmiş bir an. Uzun uzun etki eden bana, benden hayata. Hayattan bulutlara. 

Mavi gökyüzü, aşağıdaki sokak, günlerden ne? Ne önemi var, insanlara bakıyorum. Biliyorum, insan her yerde insan. Aşk arıyor, sevgi arıyor, arkadaş arıyor, karnı acıkıyor, işe gidiyor, susuyor, nefes alıyor. Görüyorum, gözlemliyorum. Sadece bir şahidim, binanın dördüncü katı olmalı burası. Pencerenin arkasında beni gören var mı?

Umursamıyorum, kendime karşı apartmandan bir daire beğeniyorum. Burası olabilir diye geçiyor kalbimden, güneş gözlerimi kamaştırıyor, gökyüzü parlıyor, herkes şu an huzurlu gibi geliyor. Öyle geliyor. Gelen biraz kalıyor. Elbette, sonsuza kadar değil.

Arkamı dönmek, bu odadan ayrılmak istemiyorum. Ayrılığın hangi hali tercih edilebilir ki? Düşünüyorum, "vardır elbet" diyorum. Tercih edilebilenler vardır çoğu zaman. "Galeri mi demeliyim, sergi mi buraya, böylesine güzel pencereli bir yerin ismini koymamın ne anlamı" var diyorum. Biraz daha bakıyorum pencereden. Ve farkediyorum, ne kadar çok seviyorum pencereleri. Pencerenin önünde durmayı, sessiz kalıp etrafıma bakınmayı. Dahil olmadan, tutmadan, dokunmadan, görmeyi ne kadar da seviyorum. 

Pencereden ayrılmam gerekiyor, çıkarken mekan sahibinin büyük yeşil gözleriyle karşılaşıyorum. Gülümsüyor, içimden “ne şanslı kadın” diyorum. Sanatından ötürü değil, oradaki pencereye övgümü yağdırıyorum.


Sonra defterim yapışıyor elime çantamı karıştırırken: 

“Önüme çıkan pencereden bakıyorum
Aradığını bulmuş gibi
Özlediğine kavuşmuş gibi
İçim, rahatlarcasına garip
Hiç bu kadar rahat ve mutlu olmamıştı
Teşekkürler hayat.”


17.05.2012 Berlin. 

2 yorum:

  1. Senin o çok sevdiğim evinin pencerelerini de çok severim ben. Hatırlar mısın sen ben suchim bir kış günü senin pencere önünde harika bir çay keyfi yapmıştık. O geldi aklıma bu yazıyı okuyunca:)

    YanıtlaSil
  2. hatırlamaz mıyım! bu evin pencerelerinde de gerçekten bir ışık var:) en kısa zamanda senin yeni evinin pencerelerinde çay kahve keyfi yapmak dileğiyle...

    YanıtlaSil