10 Ocak 2011 Pazartesi

Tane

Kafamda bir sürü sorular dolaşıyor. Minik minik kurtlar, kirpiler, kediler, kargalar geziniyor sanki. Bir an coşuyorlar, hopluyorlar, onları takip ederken bile zorlanıyorum. Sonra bir an geliyor. Susuyorum. Sessizlik. Es.

İki işi aynı anda yapmak, bir güne bin tane şey sığdırmak. Bu olaya kilitlenmiş vaziyetteyim. Yazı yazarken film izleme çabasında buldum kendimi. Yarınki sabah dersime hazırlanayım derken 20 tane kitap birden aldım masamın üzerine. Nedir bu çok şeyi sıkıştırma hali, kovalayan mı var? Göremediğim nedir ki böyle gelen üzerime üzerime.

Dur. Dur bir.

Korkular dedik. Herkesin yarasına orada sanki. Farkındalık kendinde başlıyor. Farkındalık odaklanmayla başlıyor ve insan sadece bir şeye odaklanabilir. Bin tane şeye odak olmaz. Zaten ne anlamı var öyle olunca? Yoga yaparken ne zaman öğrencilerime 'ayaklarına dokun, ayaklarına bak' desem, kaşlar kalkıyor, ilk kez yapılıyor sanki bu eylem. İnsan ayaklarının altına bile dokunmaz, onların tabanına bile bakmazken, oturupta içine dönmesi, kendi derinliklerine bakması beklenmemesi gerekir. Ve yine dikkatimi çekiyor zaman ve telaş kavramları. Öyle tuhaf bir olay ki bu zaman, hayatın ta kendisi. Zamanımız yok ayaklarımıza bile dokunmaya. Onun yerine başka şeylerin peşinde beynimiz. Kaçırdıkların, pişmanlıkların. Ben o konuyu bıraktım. Bir dönem çok yapamadıklarım odağımdı. Ve ne zaman yapamadıklarımı düşünsem öfke her bir yanıma sıçradı. Kişilere yönelik başlayan kızgınlığım, sonrasında pişmanlıkların tek ve gerçek hedefini gösterdi. Ben.

Bugün yakın bir arkadaşımla buluştuk. Bir tesadüf eseri aradım kendisini ve sonra her şey denk geldi. Zor bir dönemden geçen arkadaşım, pişmanlıklarından yakınıyordu. Çok da basit olmayan, sevdiği bir yakınını kaybetmenin ardından yaşanan bir pişmanlık. "Keşke hayatta olsaydı da öyle yapmasaydım" yönündeki pişmanlıklardan. Zor, acı, üzüntü ve gözyaşları. Ne diyeceğini bilemiyor insan ve aslında denecek hiçbir şey de yok. Uzun bir süre yaşadığı problemlerden çalışarak kaçan arkadaşım, sonunda aşırı çalışmanın da bir çıkış kapısı olmadığı gördü. İşin kendisi, tüm çıkış kapılarını kapattı. Şans bazen böyle, çirkin bir biçimde insanın karşısına çıkıyor. İyi ki çıkıyor. Bu süreci de atlatacak, bunu çok iyi biliyorum. Yaşadığımız her şey, iyi kötü, hastalık sağlık, doğum ölüm... Hepsi birer süreç. Farkında değilsen yaşadıklarının, dalıp gidersen karmaşanın içine içine, insan boğulacak gibi oluyor. Hayat senden yanaysa birkaç can simidi atılıyor sana doğru. Hayat aslında hep senden yana. Can simitlerini yakalamak bize kalıyor.

Çok sevdiğim bugünkü arkadaşım can simdini yakaladı. Oldukça ilginç bir şekilde. Şimdi dinlenme, güçlenme, enerjisini yenileme zamanı. Kendisine döndükçe bence bitmez dediği pişmanlıkları bitecek. Belki bir yerden sonra yenileri eklenecek. Ama o zamana kadar daha bir döngü var.

Hayat sürprizlerle dolu demek istiyorum. Bunu pembe harflerle, kalpler ve çiçeklerle süsleyerek yazmadığımı belirterek... Planladığımız gibi gitmiyor hiç bir şey, benim yarınki planım bile büyük ihtimal şu an tasarladığım gibi olmayacak. Olmamalı. Olmasın. Kedilerimle birlikte, içtiğim çayın, dinlediğim şarkının tadını çıkartarak, kendimi serbest bırakacağım. Ne oluyorsa olması gerektiği gibi oluyor. Ne oluyorsa iyi oluyor. Olması gereken yerdeyim. Olmam gereken insanlarla birlikteyim. Hayatın kutsal bir yanı olduğuna inanıyorum. Korunuyoruz, güvendeyiz. Bu his azalsa da zaman zaman. Geliyor yine yerine. Unutuyoruz, hatırlıyoruz. Her gün. Tek tek, tane tane....  

Güzel bir ocak haftası diliyorum, bol farkındalıkla:)

2 yorum:

  1. Demişsin ya "bitmez dediği pişmanlıkları bitecek, belki bir yerden sonra yenileri eklenecek" diye. Yaşadığımız sürece, nefes aldığımız sürece pişmanlıklarımızın da olacağını düşünüyorum ben, yeter ki bunlara çok da fazla olumsuzlayarak yaklaşmayalım, sadece alınması gereken dersi alıp uzaklaşalım onlardan. Bir yandan da pişmanlıkların olması gerektiğini düşünüyorum. Bu, yaşıyor olduğumuzu kanıtlıyor sanki bana. Hiç etliye sütlüye bulaşmayan, riskler almayan, cesaretli olmayan, hataya da sevaba da açık olmayan insanların hiç pişmanlıkları olmaz belki, ama onların gururlanacakları, mutlu olacakları, göğüslerinin aşkla dolacakları anları da olmayacaktır muhtemelen.

    Başımıza ne gelirse gelsin unutmamamız gereken hep gözlerimizi açık tutmaya çalışmak olmalı sanırım ki böylece önümüze atılan can simitlerini görüp yakalama fırsatını kaçırmayalım. Biliyorsun can simitleri nasıl da çekip çıkardı beni çok daha karanlık olabilecek günlerden.

    arkadaşım şimdi sana kocaman sarılmak istedim, çok çok öpüyorum...

    YanıtlaSil
  2. gözlerin açık olması iyi bir nokta zerom, sen simitleri zaten hiç bırakmayanlardansın bence. yedek paraşüt hep sırtında, açıyorsun paraşütünü öyle iniyorsun.

    etliye sütlüye bulaşmazsan da karnın doymaz. di mi?

    öpücük

    YanıtlaSil