14 Temmuz 2011 Perşembe

Kulaktan dudağa

Etrafıma bakıyorum, nasıl da yürüyor insanlar. Kimi köpeklerden korkuyor gözleriyle, kimi kedileri seviyor elleriyle. Bakıyorum tek tek insanlara, adımlarını nasıl da atıyorlar yan yan, düz düz ve konuşuyorlar hiç durmadan, boş boş ya da aşırı hareretle doldurarak cümlelerini.

Herkes çok mutlu sanki, bana dışarıdan öyle göründüler
bugün. İzledim. Dinledim. Bir sürü ses kendini sessizliği bırakıyor gece yarısını biraz geçince. Sabah horoz ötünceye dek sürüyor. Tatlı bir hava oluyor sabahın başlangıcında, serin ve taze. Tüm gün öyle olsa hava, harika olmaz mı diye düşünüyorum. Olmuyor işte.


"Turnalar" türküsünü söylüyor yanık sesli bir genç. Bu şarkıyı sevmişimdir. Çok aşk dolu gelmiştir, melodisi hafif buruk...Kim yazdıysa kalpten yazmış sözleri, kim söylerse o ana göre değişir.

Sözler ne büyük yer tutuyor hayatta. Kendi ağzından çıkan, karşı tarafan sana doğru yapışan, kalpleri birleştiren ama aynı zaman da tam ortadan parçalayan sözler. Kulakla duyduğumuzu sansak da sözcükleri, mideye doğru gidemeyen bir lokma gibi takılır insanın boğazına. Kulaktan değil de dudaktan gidiyor sanki tüm sözcükler. Öpücük gibi etkili...

Ne zaman çok konuşsam, duyduklarım da bir o kadar çok olabiliyor. Eğer bir de sözcüklerim ateş gibi kızgınsa. Aldığım cevaplar daha da kızışıyor. Yutmak ne mümkün, su içsen de inmiyor bağırsaklara. İnse hazım için bekliyor, sabrı zorlayarak.

Oluyor işte.

Sevgili Zerom bitirmiş Murathan Mungan'ın Şairin Romanı'nı. Benim de son sayfalarım yaklaşıyor. Bugün okuduğum bir bölümde hayatın gerçekten boş olduğunu ve o boşluğu doldurmak için anlamlara ihtiyacımız olduğunu belirtiyordu. Anlamlar güzelce seçilsin, herkes kendi seçtiği anlamını yüklesin. Onu yaşasın. Hesapsız kitapsız. Nasıl olsa boş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder